N. Fazıl KISAKÜREK
nfk@mustafadagasan.com
TÜRK İRFANI
06/03/2016

TANRIKULUNA bu defa ben bir mevzu takdim etmek istedim:

- Efendim: Türk irfanını köklendirmek ve temellere bağlamak için yol nedir?

- İnsanoğlunun ruh ve kafa mahsûlüne verilen isim; İrfan... İnsana nutuk sahibi hayvan denildiğine göre, irfan, onun temel sermayesi, kâinat manzumesindeki üstün yerini tutan ana cevheri, biricik vücut hikmeti...

Ferdler, cemiyetler ve milletler İçin ondan büyük ihtiyaç düşünülemez. İsâ Peygambere yalvarıp gözlerini açtıran âmâlar gibi, ferdler ferdlere, cemiyetler cemiyetlere ve milletler de milletlere başvurmak, körlükten kurtarılmalarını istemek zorundadır. İrfan, onu yoğuran ferdler ve cemiyetlerin hakkı bakımından şahsî ve millî, bütün insanlığa hayat inşa etmek bakımından da içtimaî ve insanîdir. Onun içindir ki, her şahıs ve her topluluk, ikinci cephesiyle irfan mirasından hisse alabilse de, arslan payı mahsul sahibinindir. Arslan payına şahsiyet ve hâkimiyet payı diyebiliriz.

Kısaca, bir şey öğreten, ferd olsun, cemiyet olsun, öğreneni hükmü altına alır. Maddeci görüşün içine giremeyeceği, tesviye isteyemeyeceği, imtiyazlarını kaldıramayacağı tek saha, irfan bölgesidir. Zira karşısında ezelî ve ebedî hilkat maniası, yaradılış irâdesi var.


Millet bölümleri, büyük insanlık camiasından müşahhas farklarla kol kol ayrılmış birlikler olduğu için, boşlukta mekân işgal etme hassasını, ancak benliklerinde tahammür etmiş İrfan mayalariyle elde ederler. Bu maya istiklâl kazandıkça da istiklâllerini sağlamlaştırmış ve başkalarının yarım istiklâline el uzatmak hakkını kazanmış olurlar. Dünün Arabi, İranlısı, Türkü, Yunanı, Roması buydu. Bugünün tezad içinde birbirine geçmiş Avrupasının derdi de budur. Bütün dünya sömürgeleri de bu yüzden sömürge...

Şunun bunun korkuluğu hâlinde, çıkartma kâğıdı millet olmak istemeyen her topluluk, ya öz kökünü bulup ona yeni zaman yemişini verdirecek yahut kendisine İstiklâlli bir kök edindirecek geniş bir irfan hamlesine girişecektir. Yoksa bedava yaşıyor demektir.

- İrfanın iki yolu var. Biri kendi kaynaklarını doğurup onlardan, öbürü yabancı kaynaklardan irfana ermek... Dâva kendi kaynaklarını doğurmak olduğuna göre, ikinci yolu, birincisine çıkan bir geçit sayalım.

O hâlde irfana erme dâvasında ilk iş, herhangi bir dil çarşafına bütün dünya irfan yemişlerini silkelemek, o dile bütün dünya hakikatlerini konuşturmaktır. Böylece, henüz yürümeye başlayan çocuk nasıl dilini döndürmeye ve mevzularını seçmeye çabalarsa, milletler de, yabancı mahsûllerin bünyelerinde yapacağı ihtilâtları, kendi hak ve hakikat telâkkilerinin mihveri etrafında yavaş yavaş sermayeleştirirler. Nihayet öz irfanlarını içlerinden ifraz edebilecek kıvama ererler.

İrfana erme dâvasının ilk ve baş hamlesi, dünya İrfaniyle temasa geçmektir. Bu temasa geçiş fiili içinde, benden olan her unsur, dâvama, benden olmayan her unsur da aksi - dâvama yardımcı olarak bir bütün temsil eder. Başkalarının ne duyduğunu, ne düşündüğünü, ne yaptığını bilmek, ihtimaller âleminde, duyulacak, düşünülecek, yapılacak şeylerin iyisiyle kötüsü arasında tam bir muhasebe plânına sahip olmak demektir. Meşhur bir İslâm mütefekkirinin dediği gibi:

"Hiçbir mevzu yoktur ki, ilmi cehlinden daha faziletli olmasın!.." Öyle ya, bir hâdiseye ister dost, ister düşman olabilmek için onu tanımak lâzım...

İşte bu incelik etrafında, dünya görüşü, usûl ve Ölçü sahibi bir tercüme işi, irfan dâvasının temel direklerinden birisidir. Dış mânâsiyle tercüme kadar basit bir fiili ileriye sürerken, onun niçin ve nasıl yapılacağı bilinmedikçe, yapılanın hiç yapmamaktan bir derece daha büyük kayıp olacağına dokunup geçivereyim!

- Türk irfanının vaziyeti apayrı bir muamma!.. Zira o, dünya irfan zeminiyle esaslı bir temasa geçememek öksüzlüğünden başka, bir de kendi öz kökünü elden kaçırmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Binbir içtimaî ve tarihî oluş yüzünden Türk dilinin geçirdiği derin tasfiye ve âlet inkılâbı, ona yepyeni bir başlangıç çizdi.

Türk irfanının vaziyeti apayrı bir hâdise!.. Çünkü o, başlangıç noktasının muhtaç olduğu tohumları, en kısa devre içinde filizden tarlaya ve harmandan değirmene intikal ettiremediği takdirde, kendisini mazi ve istikbalden tecrit eden bugünkü yalnızlık hâliyle tam bir kısırlığa düşecektir.

Türk irfanının vaziyeti apayrı bir facia!.. Zira madde tedbirleriyle kendisini belli başlı kaynaklardan çekip belli başlı kaynaklara süren hamle, çözdüğü ve örmek istediği nisbetlere karşı, ana dayanağını, ruh yollarından idrak ve inşa cehdine hâlâ ulaşabilmiş değil... Ulaşmak şöyle dursun, bu hedeften her gün biraz daha uzaklaşmakta olduğumuzu söyleyebilirim.

- Türk irfanı, zahirde 20, hakikatte 100 yıldır yepyeni bir başlangıç şartı yaşıyor. Bu irfana maya tutturacak biricik çare, onu iç ve dış istikametlerden, gerekli unsurlara hızla kavuşturmaktır.

(Mayonez), zeytinyağı, limon ve yumurtadan olur. Bir de bütün bunlardan daha lüzumlu bir terkip ustalığından... Kıvamcı ve çalkalayıcı mevkiindeki lezzet san'atkârından... İşte bir asırdır, unsurlar arasındaki terkip sırrını yakalayacak müdir fikri doğurabilmek bir tarafa; kaba unsurları seçmek ve kadrolaştırmak işini bile Ölçülendiremiyoruz. Sadece gerekli unsurları seçmek ve kadrolaştırmak dâvasının hakkını verebilsek, dâvaların dâvası olan (Mayonez) sanatkârlığının, aşk, imân ve fikir iklimine ayak basmış oluruz.

Sadece gerekli unsurları seçmek ve kadrolaştırmak dâvasının en kaba hatlarını sana belirtmeye çalışacağım.

 

Necip Fazıl KISAKÜREK

Büyük Doğu - 1 Şubat 1946



2046 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

YİNE TÜRK İRFANI - 06/03/2016
TÜRK irfanını birinci temeli, kaybetmek üzere bulunduğumuz öz kök… Osmanlı imparatorluğunun kuruluşundan Tanzimat’a ve Tanzimat sonrasına kadar gelen devre içindeki yüksek irfan verimleri…
DEVE - CÜCE - PİRE - DEV - 09/04/2012
Bir deve gördüm. Hörgücünde şöyle bir yazı vardı: “Şiirde manasızlık meselesi…”
ÇOCUKLAR! NE GÜN SABAH OLACAK? - 03/04/2012
İki istikamet arasında yalpaladığım oluyor. Bugün bunlardan birini tereddütsüz seçtiğim halde ruhumun en mahrem vadisinde pusu kurmuş bir (aks-i dava) olarak, yine ters istikamette doğru gözlerimi kaydırdığım oluyor.